Tekrarlayacak olursak; önce bir kaydın tek bir kopyasına sahiptik, daha sonra bu kaydı birkaç bilgisayara dağıttık, ardından
bu kaydın pek çok kopyasını pek çok bilgisayara dağıttık, nihayet her bilgisayar, -ki burada bilgisayar ifadesinin içine artık
akıllı cep telefonları ve internete bağlanabilen diğer elektronik cihazalar da girmektedir-, işlemin bir kaydını tutacak hale
geldi. Bunun en temel sebebi ise maliyetlerin zaman içinde ciddi şekilde düşmesiydi.
Şekil 1: Dijital Kayıtların Evrimi.
Moore, Metcalfe, Reed hatta Bezos kanunları olarak ifade edilen yaklaşımlar, temelde bize aynı şeyi söyler: dijital teknolojilerde
gelişim süreci o kadar hızlıdır ki her birkaç yıllık dönemde teknolojik ilerlemeye kıyasla maliyetler ters orantılı olarak düşüş
gösterir. Bu gelişim, bizi Şekil 1’de gördüğümüz son aşamaya; yani temel olarak verinin, ucuzlayan iletişim ağları üzerinden, pek
çok sayıdaki bilgisayara dağıtılmasının pratik açıdan mümkün olduğu noktaya getiriyor. Bu noktada kayıtlarımız tüm sistemlere
kopyalanmış oluyor. Bu yaklaşıma Dağıtık Kayıt Defteri (Distributed Ledger) adı veriliyor. Bu kavramın yeni bir kavram olmadığını
ve geçmişte eDonkey veya Bittorrent gibi ağlarda kullanıldığını anlatmıştık. Ancak bu ağların ortak sorunu, üzerinde tutulan
verinin genellikle şifrelenmemiş olmasıdır. Bu sebeple dileyen herkes bu verilere erişebilir. Bu noktada verileri şifreleyerek
(kriptografi ile) dağıtık kayıt defterlerine aktarmak mümkün olabilir. Ancak bu durumda veriyi şifreleyen kişi/taraf dışında hiç kimse
bu veriden fayda göremeyecektir. Üstelik, herhangi bir şekilde ağ noktalarının birisinde veri üzerinde bir değişiklik meydana
gelirse, verimiz şifrelenmiş olsa bile tutarsız durumlar ortaya çıkabilir. Bu durum bizi ikinci aşamaya taşır.